22 Eki 2015

KARA SEVDA



Star TV’ de bu ay yeni bir dizi başladı. Belki birçoğumuz izlemişizdir. Dizinin adı KARA SEVDA. Başrollerinde Burak ÖZÇİVİT ve Neslihan ATAGÜL yer alıyor. Klasik gibi görünen hikayeyi şimdilik güzel işlediklerini düşünüyorum. Burak ÖZÇİVİT dizide Kemal karakterine hayat verirken Neslihan ATAGÜL ise Nihan karakterini canlandırıyor. Birbirlerini çok seven ancak bir şekilde yolları ayrılmak zorunda kalan Kemal ve Nihan. Kardeşini kurtarmak için sevmediği bir adamla evlenmek zorunda kalan Nihan yıllar geçmesine rağmen Kemal’ i unutamıyor. Beş yıl sonra Kemal geri dönüyor. Büyük bir şirkette iyi bir pozisyonda çalışıyor. Kemal’ in intikam almak isteyen bir hali var. Çünkü Nihan’ ın kendisini yıllar önce neden terk ettiğini bilmiyor.  

Oyunculuklar başarılı. AY Yapım güzel bir işe imza atmış. Her yeni başlayan dizi için sunduğumuz temennileri Kara Sevda dizisi içinde sunuyoruz. Umalım ki reyting karmaşası yüzünden farklı bir hal almasın.

Neslihan ATAGÜL henüz 23 yaşında olmasına rağmen oynadığı karakterlerin altından o kadar güzel kalkıyor ki tebrik ediyorum. Dizinin diğer oyuncularını da tebrik etmek gerekir. Ancak takdirin büyüğü şahsi kanaatimce Nihan karakterine hayat veren Neslihan ATAGÜL’ e gelmeli. Aldığı ödüller ve oynadığı karakterlerle başarısına başarı katıyor.

Bu dizinin olası reyting sorunlarına rağmen güzel bir şekilde ilerlemesini diliyorum. Diğer yandan da oyunculuğa gönül vermiş insanların güzel projelerle sık sık tv, sinema ve tiyatro gibi seyrine doyamadığımız farklı alanlarda karşımıza çıkmalarını isterim.

Genç yetenekler her geçen gün kendilerini daha çok geliştirip daha çok kitleye hitap ediyorlar. Bu çok iyi bir gelişme. Bunun sürekliliğini yeni projeler başladıkça izleyip görelim. Kara Sevda dizisine de gönülden başarılar dileyelim.

5 Eki 2015

YANLIŞLIKLAR KOMEDYASI




yanlışlıklar komedyası
Yanlışlıklar Komedyası
Bir süre önce Bakırköy Belediye Tiyatrolarında çok güzel bir oyunun sahnelendiğini duydum. Özellikle oyunun William SHAKESPEARE’ e ait olduğunu öğrenince daha çok gitmek istedim. Sıradan bir Pazar gününü bu güzide oyunu izleyerek çok keyifli bir şekilde değerlendirdim. “Yanlışlıklar Komedyası” adlı keyifli ve düşündürücü bu güzel oyunu şiddetle tavsiye ederim.

Shakespeare’ nin yazdığı, Bülent Bozkurt’un çevirdiği, Tim Supple’ nin yönettiği Orhan AYDIN, Erol Ozan AYHAN, Ali ÇELİK, Ali Rıza KUBİLAY, Emre KOÇ, Elif ÜRSE, İlkin TÜFEKÇİ gibi başarılı oyuncuların yer aldığı “Yanlışlıklar Komedyası” dekoruyla, kostümüyle ışığıyla, sesiyle tepeden tırnağa her şeyiyle çok başarılı bir oyun olmuş.

Oyunculuklara söyleyecek pek bir şey yok. Şahsi kanaatimce hepsi çok samimi ve içtendi. Ali Rıza KUBİLAY’ ın müthiş ötesi mimikleri, Ali ÇELİK’ in sevimli halleri, Emre KOÇ’ un agresifliğini yansıtmasındaki başarısı takdire şayan. Bir bütün halinde bakıldığında çok başarılı bir oyun olduğunu söylemek gerekir.

Tiyatrocuların sanki her zaman ekstra bir samimiyeti ve içtenliği varmış gibi geliyor. Ne zaman gördüysem bu düşüncemde yanılmadım. Oturup sohbet etmek, onları daha yakından tanımak herkesin isteyeceği bir şeydir. Selam verirken bile tanınmanın verdiği egoyla değil tamamen doğal ve içten bir gülümsemeyle karşı karşıya oluyorsunuz.

Oyunun her anı çok güzeldi. Oyunun bir bölümünde Sevinç ERBULAK’ ın salonu eğlendiren o müthiş kahkahasının oyuncuların yaşadığı şaşkınlığa sebep olması bile çok keyifliydi. Bu arada Sevinç ERBULAK’ ın yeteneği ve başarılı oyunculuğunu da es geçmemek gerekir. Böyle güzel bir oyunda seyirci olmasını değil de oyuncu olmasını isterdim.

Her şeyin güzel yanından bahsedip en önemli kısmını atlamak doğru olmaz. Tiyatro salonlarının doluluk oranları oldukça üzücü. Her geçen gün daha da artmalı. Çünkü o kadar değerli ve güzel oyunlar sahneleniyor ki, izlemeye değer.

Herkes tiyatroya gitsin. Hem hayata dair bir şeyler öğrenmek, hem eğlenmek, hem de kendimizden birer parça bulmak için gidelim. Sonsuz saygıyı hak eden emekler her zaman ki gibi takdire şayan. “Yanlışlıklar Komedyası” adlı bu güzel oyuna gitme imkanı olan herkes gitmeli. Gidenler pişman olmayacaktır. Sevginin, saygının ve alkışın en güzelini hak eden bu güzel insanları tekrar tekrar tebrik ediyorum. Ayakta alkışlanası bu özel emek için de teşekkür ediyorum. Başarıları daim seyircileri bol olsun.

26 Eyl 2015

CESUR YENİ DÜNYA

Geçmişten günümüze dek insan beynine çeşitli deneyler yapıldı. Bunların gerçek olduğuna inanmak oldukça güç. Bu deneylerden bazıları;
-          Zihin Kontrolü
-          Vücut Dışı Deneyi
-          Zihin Mıknatısları
Ve daha niceleri.

Yapılan bu deneyler zaman zaman birçok filme konu oldu. Bazıları severek izlendi. Bazıları ise izleyenler tarafından pek beğenilmedi. Belki bu tarz konuları anlatan diziler de çekilmiş olabilir. O kadar çok dizi ve film var ki, her birini tek tek bilmek kolay değil.
Her ne olursa olsun. Diğer ülkelerde var ya da yok. Önemli olan bizlerin bu tür projelere imza atabilmesi. Şöyle birkaç başarılı senarist bir araya gelip, bu deneylerin detaylarını araştırıp senaryolaştırsa hiç fena olmaz.

Benzer bir senaryo yazmaya kalktığımda bütün deneyleri araştırdım. Detaylarıyla inceledim. Ama her baktığımda yeni bir şeyler çıktı. Bazı zamanlar çok şaşırdım. Öyle şeyler yapılıyor ki şaşırmamak elde değil. Bu deneyler radyasyonlar, elektrik şokları, ilaç testleri gibi birçok yöntemle yapılıyor. İnsanı bambaşka kapılar arasından geçmeye zorlayan bu tehlikeli ve korkunç deneyler sağlam bir düşünce ürünü haline gelmeli. Film anlamında güzel işler ortaya çıkması için bu gerekli.

Üzerine düşünmeye değeceğine inanıyorum. Oldukça profesyonel senaristlerimiz mevcut. Bu işin hakkını verebilirler. Sadece film olarak değil, 7 ya da 8 bölümlük bir dizi haline de getirilebilir. Çünkü bu konudan sezonlar süren bir dizi çıkarmak çok zor. Gerçi zorlasalar olur. Olursa  kendini ne kadar izlettirir? O kısmı tartışılır.

Projenin bir de ismi olmalı. Gerçi böyle bir proje olsun da adının ne olduğu çok önemli sayılmaz. Deneyleri araştırırken o heyecanla “Cesur Yeni Dünya” adıyla yazacaktım. Bu ismi zirai bir kitapta gördüm. Oldukça ilgi çekici geldi. Aynı isimle herhangi bir dizi film olup olmadığına bakmadım. Olma ihtimali var elbette.

Sürekli farklılıktan bahsediyorsak bu türlere de değinilmeli. Sinema, diziler ve tv programları ne kadar akıcı olursa sektörü o kadar ilerletir.

İnsan beynine yapılan bu deneyleri anlatan dizi ya da film çekilse şahsım adına çok memnun olurum. Hemen hayal gücümüzü uykusundan uyandıralım. Ülkemizde böyle bir proje gerçekleşir. “Cesur Yeni Dünya” adını taşıyan bu 7 bölümlük dizi kısa zamanda Türkiye’ nin hatta birçok ülkenin ilgi odağı haline gelir. Neden olmasın ki?

21 Eyl 2015

ICARLY




nıckelodeon
iCarly


ABD’ de 1977 yılında yayına başlayan TV kanalı Nickelodeon, çizgi filmlerin yanı sıra gençlik dizilerine fazlasıyla yer veriyor. Birçok dizi yayınlandı. Bu dizilerin güzel yanı 20 – 25 dakika aralığında olmaları. Hem kısa hem eğlenceli. iCarly, bunlardan sadece biri.

İCARLY, ABD’ de 2007’ de başlayan gençlik dizisi. Türkiye’ de bir yıl sonra yayınlanmaya başladı. Miranda Cosgrove, Jerry Trainor, Jennette McCurdy, Nathan Kress gibi başarılı oyuncuların yer aldığı bu gençlik dizisi Türkiye’ de epey sevildi. Dizide farklı bir fikir üreterek Carly(Miranda Cosgrove), Freddie(Nathan Kress) ve Sam(Jennette McCurdy) internetten canlı gösteri yapmaya başlarlar. Program ilerledikçe hem çok sevilirler hem de iyice program içeriğini geliştirirler.

Dizinin yaratıcısı Dan Schneider bu tarz dizilerdeki başarısını hitap ettiği kesime fazlasıyla göstermiş bulunmaktadır. Başarılı yapımcı her yaşa hitap edebilen bir dizi furyası başlattı. Dizi 7 sezon sürdü. Sonrasında bir tv filmi halinde sonlandırıldı. Oldukça güzel ve keyifle izlenebilecek bir diziydi. Kısa olması ve o daracık zaman aralığına çok şey sığdırıp anlatmaları başarılarını katlayan asıl nedendi kanımca.

iCarly bu başarılı yapımlardan sadece bir tanesi. Bunun gibi bir sürü dizi daha var. Türkiye’ de bu tarz dizilere yer verilmeli. Gençlerin sevebileceği kendini izlettirecek başarıda olan böylesi güzel işlere ihtiyacımız var. Bir ara Disney Channal’ da “Zil Çalınca” adında bir mini dizi yayınlanıyordu. Son durumundan haberdar değilim ama başlangıç olarak nitelendirirsek kötü bir iş sayılmazdı. Daha da geliştirerek çok daha güzel mini diziler çekilse ve onlara ait bir kanal kurulup yayınlansa güzel olmaz mı ? “Kanal kurmak mesele” denildiğini duyar gibiyim. Var olan kanallar çok iş görür. Onlar yayınlasa genç nesillere olması gereken projelerle hitap edilebilir.

Aynı şekilde internet dizileri de bu tarz şeylere yakın aslında. Onu televizyona aktarsak, biraz daha senaryosu üzerinde oynasak ve ticari amaç gütmeden sadece insanları eğlendirmek,  keyifli bir 20 – 25 dk geçirmelerini sağlamak çok zor olmasa gerek. Güzel projelerin geleceğine inanarak beklemedeyiz.

20 Eyl 2015

ÜTOPYA

TV8 ekranlarında hepimizin bildiği üzere Ütopya adında ilginç bir yarışma programı var. Neredeyse bir yıldır yayında olan ve bir an için hiç bitmeyecek sandığım bu programın aslına bakarsanız konsepti iyi düşünülmüş. Ancak yarışmacıların işi oldukça abartması yarışmayı tamamen amacından saptırmış bulunmakta.

Bir yıl önce 15 kişi ile başlayıp sürekli birilerinin yarışa dahil olup birilerinin elendiği ama yarışmacı sayısının azalmadığı bu programın ilk ve son hali arasında dağlar kadar fark var. İlk etapta bomboş bir baraka içindeki insanlar kendi çabalarıyla bir şeyler üretip satarak hayata tutunarak acısıyla tatlısıyla yolun sonuna kadar geldiler.

Yarışmanın en sükse yaratan isimlerinden Semih ve Tuncay finale kalan son iki isim olmayı başardılar. En başından bu tahmini yürütmüştüm. Çok ön planda olan bu iki ismin finale kalacağı da aşağı yukarı belliydi.

Genel olarak yarışmalar hep kendini izlettirmeyi başaran kavgalarıyla öne çıktığından dolayı Ütopya için de aynı şeyler geçerli. Bu yarışma insanların bir şeyleri başarabilmek adına emek harcamaları gerektiği konusunda güzel bir örnek olabilir. Kavgaları hariç. Birbirini tanımayan 15 farklı insanın güllük güneşlik bir hayat geçiremeyecekleri aşikar. Buna rağmen tartışma faslının abartıldığını düşünüyorum. Ağır ithamlar ve hakaretin de ötesine geçen iletişim tarzlarıyla anlatılmaya çalışılan güzel bir hikayenin çöpe gitmesine vesile olan yarışmacıların ütopyaları kendini tanıtmakmış diyebilir miyiz?

Burada yarışan yarışmacıların popülaritelerini attırmak isteyip istememe durumunun yanıtı biz seyircilerde olsa gerek. Neyse ki yarışmanın sonuna geldik. Semih ve Tuncay arasında kıyasıya rekabet en başından beri vardı. Kazanan kim olacak?

Ütopya’ nın büyük finalinde koskoca bir yılın şampiyonunun kim olacağını hep birlikte göreceğiz. İyi olan kazansın.

13 Eyl 2015

SİZ OLSAYDINIZ?

spielberg
Steven SPIELBERG
Bir kamera... Bir tripot... Ve söylenebilecek iki çift laf!

Her şeyin hazır halde olduğunu düşünün. Tek yapmanız gereken birinin hayatını anlatan bir belgesel çekmek.

Herkesin tanıdığı biri mi olmalı? Yoksa hiç kimsenin tanımadığı biri mi? Hani derler ya: "Hiç tanımadığım birine kendimi saatlerce anlatasım var." Belki de aradığımız şey tam da budur. Bu cümleyi kuran birisi... Bunların hiçbiri uzaklarda kalmış hayaller değil. Etrafımızda binlerce insan var. Yoldan geçen birinin hayatını anlatsak olmaz mı? Mutlaka ünlü birileri mi olmalı? Ya sıradan gibi görünen hayatların ardındaki sıra dışılıklar? 

Ben olsaydım daha 13 yaşındayken 40 dakikalık savaş filmi çekip ödül kazanan üstelik yine bu yaşlarda arkadaşlarıyla birlikte 8 mm. lik macera filmi çekip bu filmlerin gösterimlerini evinde ücret karşılığında sunan ve ablasına popcorn sattıran küçük bir çocuğun hayatını anlatmak isterdim. Çünkü o çocuk büyüdüğünde dünyaca tanınan usta bir yönetmen olacaktı. Çünkü o çocuk Steven Spielberg olacaktı. Ya da hayalleri uğruna rahat hayatını bırakıp her türlü sıkıntıya göğüs gererek sonunda bütün hayallerini gerçekleştiren bir gencin hayatını anlatmak isterdim. Aslında iki seçenek arasında pekte fark yok. Burada önemli olan bizim hayal gücümüz ve yavan bir hikayeyi nasıl süslediğimiz. Bütün bunlar yapmak istediğimiz şeylere net cevaplar veriyor. Siz olsaydınız hangi hikayeyi yazmak isterdiniz? Daha doğrusu çoktan yazılmış bu hikayelerin hangi kahramanının hayatını anlatmak isterdiniz?

Önemli olan başarmak mı? Yoksa  başardığının herkesçe bilinmesi mi? Genelde bu soruya verdiğimiz cevap “Tabiki önemli olan başarmak!" olur. Ama bence herkes tarafından bilinmesi gerekir. Düşündürücü ve ibret verici hikayesi olan her insanın hakkı verilmeli.

Şimdi tekrar başa dönelim. Spielberg dünyaca tanınan bir yönetmen olmasaydı çocuk yaşta başardığı onca şeyi kim bilecekti? Ya da hayalleri uğruna çektiği her sıkıntıya rağmen bunu başaran kişiyi hangimiz tanıyoruz? Bu iki hikaye arasındaki tek fark şu: "Başarmak ve başardığını göstermek". 

Bu yüzden hayatta başardığımız şeyleri insanlarla paylaşmak başkaları için umut ışığı olabilir. Burada amaç başarımız ve egomuz arasında arkadaşlık kurmak değil, insanların yoluna ışık tutmaktır.

Yine ben olsaydım kapalı kapılar ardında kalmış başarı hikayelerinin kahramanlarının hayatını anlatan belgeseller yapmak isterdim. Peki ya siz?
 

9 Eyl 2015

AYA TRIADA

İsteyelim ama beklemeyelim!
Hayatta gerçekleşmesini istediğiniz bir şeyler varsa beklemeyin gidin kendiniz alın derler ya çok doğru bir laf. Çünkü neyi beklerseniz o size gelmeyecektir. İşin kader boyutu farklı elbet ama bizler mücadele etmezsek eğer yapacağımız tek şey beklemek olur.

Bahanelerimiz ne olursa olsun bizlere göre her zaman çok güçlüdür. Ama onlar bizim için bahane değil gerekçelerdir. Kabul edemiyoruz. Hatalı olan başkası ya da başkaları değil bizleriz. Hayatımızda yaşadığımız olumsuz ne varsa birçoğunun sebebi yine bizleriz.

Heybeliada Ümit tepesinde Aya Triada adında bir manastır var. 70’ li yılların başında eğitime kapanmış bir manastır ve ruhban okulu. Günümüzde turistlerin oldukça ilgi gösterdiği bir yapı. Tarihi oldukça geniş bir manastır. Ada açıklarına yanaştığınızda adanın en tepesinde tüm görkemiyle karşılıyor sizleri. Tesadüfen ilgimi çektiğinde hemen gittim oraya ve farklı bir havası vardı. Kendi yorumumu katarak hatta tamamen kurgulayıp farklı bir hikaye tasarlayıp yepyeni bir senaryo yazmak istedim. Turistler içerde gezinirken ben görevliye kısa film çekmek istediğimi söyledim. Bunun için Kasımpaşa’ da ki Fener Rum Patrikhanesi’ nden izin almam gerektiğini söyledi. İskelede çekim yapmak için izin, manastır çekimi için izin, sokak çekimi için valilikten izin, bahçe ve parklar için belediyeden izin… Hep bir izin ve süreci zorlaştıran şeyler sanki sadece benim karşıma çıkıyordu. Yoksa bu işi bırakmak için bahaneler mi üretiyordum?

Sürekli sorun ve sıkıntıyı çıkaran onlar gibi geldi her zaman. Aslında sorunun kaynağı bendim. Çünkü yeteri kadar istemiyordum. Yakınmak ise adettendir mantığıyla sürekli şikayet edip durdum. Sonuç olarak birçok kesimce beğenilen senaryomu imha etmek sonunu getirebildiğim tek şey oldu. Ben mücadele etmedim. Bu yüzden de kimse benim işimi kolaylaştırmadı. Bir şeyi istiyorsanız gidin kendiniz alın lafını ben burada doğrulamış bulundum. Kafamda büyüttüğüm izin meseleleri aslında sadece birkaç saatimi alacak basit bir şeydi.

Bahaneler istiyorsak en güçlüsünden her daim sıralarız. Korkularımız kararlarımızı etkilemediği sürece altından kalkılamayacak iş olduğunu düşünmüyorum.

Aya Triada manastırının senaryosunu yazdıktan sonra kimse okuttuysam beğenildi. Daha önce bir sürü senaryo yazmama rağmen en çok beğenilen buydu. Üzerine gitmeliydim. Ama olmadı. Şimdi sokağa çıkıp sorsam insanlara kaç kişi bu filmi çekmek ister? Belki birçoğu deli olduğumu düşünür. Tezatlıklar bununla da sınırlı değil. Kısa metraj dediğim ve kendi çapımda 70 dakika süre biçtiğim bu hikayenin kısalığı nerede kaldı diye soran hiç olmadı. Velhasıl bu iş olmadı. Üzerinden de dört koca yıl geçti.

Söylemek istediğim şey aslında en başta söylediğim şey ile aynı. Bir şeyi istiyorsanız gidin alın. Söylemesi çok kolaydır. Emin olun bunun için mücadele etmek bahaneler üretmekten çok daha kolay. Bizler hep kolay olanı seçtiğimizi sanıyoruz. Aslında hep zor olanı seçiyoruz. İşlerimizi sürekli yokuşa sürerek bizler zorlaştırıyoruz.

Sinema camiasının içinde bulunmak istiyorsanız kendinize ve sinemaya bir şeyler katmak istiyorsanız bahanelerin arkasına sığınmayın. Aya Triada konulu hikaye sizlere örnek olsun. Buradan yola çıkarak sadece sinema değil tüm hayatınızla ilgili işlerinizde korkmayın ve üzerine gidin. Sandığımız kadar zor olmadığını yaşadıktan sonra değil yaşamadan önce kestirip ona göre hareket edelim. İsteyelim ama beklemeyelim. İsteyelim ve başaralım. Her başarı öyküsünün altında yatan en önemli gerçek başaran insanların bizlerin arasından çıktığıdır.