9 Eyl 2015

AYA TRIADA

İsteyelim ama beklemeyelim!
Hayatta gerçekleşmesini istediğiniz bir şeyler varsa beklemeyin gidin kendiniz alın derler ya çok doğru bir laf. Çünkü neyi beklerseniz o size gelmeyecektir. İşin kader boyutu farklı elbet ama bizler mücadele etmezsek eğer yapacağımız tek şey beklemek olur.

Bahanelerimiz ne olursa olsun bizlere göre her zaman çok güçlüdür. Ama onlar bizim için bahane değil gerekçelerdir. Kabul edemiyoruz. Hatalı olan başkası ya da başkaları değil bizleriz. Hayatımızda yaşadığımız olumsuz ne varsa birçoğunun sebebi yine bizleriz.

Heybeliada Ümit tepesinde Aya Triada adında bir manastır var. 70’ li yılların başında eğitime kapanmış bir manastır ve ruhban okulu. Günümüzde turistlerin oldukça ilgi gösterdiği bir yapı. Tarihi oldukça geniş bir manastır. Ada açıklarına yanaştığınızda adanın en tepesinde tüm görkemiyle karşılıyor sizleri. Tesadüfen ilgimi çektiğinde hemen gittim oraya ve farklı bir havası vardı. Kendi yorumumu katarak hatta tamamen kurgulayıp farklı bir hikaye tasarlayıp yepyeni bir senaryo yazmak istedim. Turistler içerde gezinirken ben görevliye kısa film çekmek istediğimi söyledim. Bunun için Kasımpaşa’ da ki Fener Rum Patrikhanesi’ nden izin almam gerektiğini söyledi. İskelede çekim yapmak için izin, manastır çekimi için izin, sokak çekimi için valilikten izin, bahçe ve parklar için belediyeden izin… Hep bir izin ve süreci zorlaştıran şeyler sanki sadece benim karşıma çıkıyordu. Yoksa bu işi bırakmak için bahaneler mi üretiyordum?

Sürekli sorun ve sıkıntıyı çıkaran onlar gibi geldi her zaman. Aslında sorunun kaynağı bendim. Çünkü yeteri kadar istemiyordum. Yakınmak ise adettendir mantığıyla sürekli şikayet edip durdum. Sonuç olarak birçok kesimce beğenilen senaryomu imha etmek sonunu getirebildiğim tek şey oldu. Ben mücadele etmedim. Bu yüzden de kimse benim işimi kolaylaştırmadı. Bir şeyi istiyorsanız gidin kendiniz alın lafını ben burada doğrulamış bulundum. Kafamda büyüttüğüm izin meseleleri aslında sadece birkaç saatimi alacak basit bir şeydi.

Bahaneler istiyorsak en güçlüsünden her daim sıralarız. Korkularımız kararlarımızı etkilemediği sürece altından kalkılamayacak iş olduğunu düşünmüyorum.

Aya Triada manastırının senaryosunu yazdıktan sonra kimse okuttuysam beğenildi. Daha önce bir sürü senaryo yazmama rağmen en çok beğenilen buydu. Üzerine gitmeliydim. Ama olmadı. Şimdi sokağa çıkıp sorsam insanlara kaç kişi bu filmi çekmek ister? Belki birçoğu deli olduğumu düşünür. Tezatlıklar bununla da sınırlı değil. Kısa metraj dediğim ve kendi çapımda 70 dakika süre biçtiğim bu hikayenin kısalığı nerede kaldı diye soran hiç olmadı. Velhasıl bu iş olmadı. Üzerinden de dört koca yıl geçti.

Söylemek istediğim şey aslında en başta söylediğim şey ile aynı. Bir şeyi istiyorsanız gidin alın. Söylemesi çok kolaydır. Emin olun bunun için mücadele etmek bahaneler üretmekten çok daha kolay. Bizler hep kolay olanı seçtiğimizi sanıyoruz. Aslında hep zor olanı seçiyoruz. İşlerimizi sürekli yokuşa sürerek bizler zorlaştırıyoruz.

Sinema camiasının içinde bulunmak istiyorsanız kendinize ve sinemaya bir şeyler katmak istiyorsanız bahanelerin arkasına sığınmayın. Aya Triada konulu hikaye sizlere örnek olsun. Buradan yola çıkarak sadece sinema değil tüm hayatınızla ilgili işlerinizde korkmayın ve üzerine gidin. Sandığımız kadar zor olmadığını yaşadıktan sonra değil yaşamadan önce kestirip ona göre hareket edelim. İsteyelim ama beklemeyelim. İsteyelim ve başaralım. Her başarı öyküsünün altında yatan en önemli gerçek başaran insanların bizlerin arasından çıktığıdır.

TAŞIYICI

transporter movie
Taşıyıcı: Son Hız
2002’ den bu yana Jason Statham’ ın başarılı performansıyla izlediğimiz Taşıyıcı serisi çok başarılı oldu. Öznel bir yaklaşım olacak ama Jason Statham ne kadar aynı tarzda oynarsa oynasın çok başarılı. Gönül isterdi ki bu filmin devamı gelsin ve orada yeniden izleyelim. Filmin yenisi geldi. Ama bu defa Jason’ un yerine Ed Skrein oynuyor. Tabi ki filmin bugüne kadar serilerinde oynayan Jason Statham’ ın yokluğu hissediliyor. Kişisel bir görüş olarak söylemek isterim ki Ed Skrein bu eksikliği epey aza indirgemiş.

Filmin konusu şöyle; Taşıyıcı “Frank Martin” bu sefer baştan çıkarıcı üç kadın tarafından banka soygunu için kiralanır ancak karşısında zorlu bir Rus mafyası vardır ve istediklerini hemen elde edemeyeceklerdir.

Her sahnesinde gözlerimiz elbette ki Frank’ i bizlere tanıtan o başarılı adamı arıyor. İster istemez sahnelerde Jason’ un oynadığını hayal edebilirsiniz. Bu karmaşayı yaşamamak için filmi sadece izleyin. Kötü bir film olmuş diyemeyiz. Gayet güzel bir film. Bu tarz filmleri sevenler için tavsiye edilebilecek durumda.

Film izlemeden önce yorumlara bakıyoruz. Kötü yorumları görünce gitmiyoruz başka filme gidiyoruz. Sonra o filme gittiğimiz için de pişman oluyoruz. En başından başka görüşlerle hareket edeceğimize kendi görüşümüzü ve yorumumuzu oluşturmak için gitmek istediğimiz filmden caymasak durum değişebilir. Bazı filmler çok net bir şekilde güzel ya da kötü olabiliyor. İzlemek resmen işkence gibi geliyor insana. Ama sonuçta güzellik göreceli bir kavram. Herkes aynı düşünceyi paylaşmaz elbet ama en güzeli bulduğumuz her filmi izlemek. Bir şekilde daha çok şeye hakim olunuyor. O filmden bahsedebilecek filmlerin çekimlerinde yanlış ya da eksik gördüğümüz şeyleri konuşabilecek konumda olabiliyoruz. Bir de filmlere karşı gösterdiğimiz önyargılarımız var. Onları da yok sayıp elinize geçen her filmi seyretmenizi tavsiye ederim. Farkında bile olmadan çok şey öğrenmiş olacaksınız. Tabi eğer film sektörünü kendinize yaşam tarzı olarak belirlediyseniz. Yoksa sadece izleyin ve tadını çıkarın.

Filme tekrar dönecek olursak; yönetmen koltuğunda Camille Delamarre’ nin oturduğu ve oyunculuklarını Ed Skrein, Ray Stevenson, Loan Chabanol, Gabriella Wright gibi isimlerin yaptığı “Taşıyıcı: Son Hız” izlemeye değer güzel bir film olmuş. İyi seyirler.

4 Eyl 2015

KURT ADAM ZOLTAN

kurtadam
Zoltan HORKAI
Geçtiğimiz aylarda Animal Planet’ te başlayan Zoltan The WolfMan(Kurt Adam Zoltan) bir realite macera dizisi. Zoltan HORKAIİ, uzun yıllardır Hollywood filmleri, belgesel ve reklamlarda hatta televizyon sektörü için hayvan eğitmenliği yapıyor. Birçoğumuzun izlediği filmlerdeki hayvan sahneleri için kamera arkasında işini gayet başarılı bir şekilde yürüten HORKAI belki de bu yüzden herkesin tanıdığı bir yüz değil. Aslında Zoltan HORKAI’ nin kendi hayatını izliyoruz. Oldukça ilgi çekici ve izlerken insanı geren bir belgesel.

Zoltan Macaristan’ ın Budapeşte şehrinde bir çiftliğe sahip. Orada neredeyse hepsine yabani diyebileceğimiz hayvanlarla birlikte yaşıyor. Kurt sürüleri, yaban domuzları, ayılar… Burada Hayvan Eğitim Merkezi’ ni yürüten Zoltan aynı zamanda ‘Doğal Motivasyon’ adlı eğitim konseptiyle biliniyor. Evcil hayvanlar ve yabani hayvanların doğaları oldukça farklıdır. Vahşi hayvanlar insan yardımına çok bağlı kalmadıklarından eğitimleride oldukça zordur. Sıradan hayvan eğitme yönteminin dışında bir şeyler uygulamak gerekiyor. Hayvana hissettirilecek güvenin ardından işler biraz daha kolaylaşabilir. Bu yüzden ‘Doğal Motivasyon’ tekniklerini kullanırlar.
Zoltan’ ın yaptığı iş ciddi bir takım çalışması gerektiriyor. Ekip üyelerinin her biri alanında oldukça başarılı. Bunların bazıları: Peter IVANYI (Hayvan Koordinasyon Ekibinin yönetiminden sorumludur.). Adam BARTOS (10 yıldan fazladır bu ekibin önemli bir üyesi ve profesyonel bir fotoğrafçıdır.) HORKAI; Cadılar Zamanı, Barbarossa, Eragon, Kan ve Çikolata gibi birçok filmde, Coca Cola, Alman birası, Henkel, Domestos gibi birçok reklamda ve birçok belgeselde hayvan eğiticiliği yapmıştır.
kurt adam
Kurt Adam Zoltan
Zolkan HORKAI, insanların televizyon da izlerken bile korktuğu vahşi hayvanlarla bu kadar içli dışlı hatta onlarla birlikte yaşıyor. Bu durum bakıldığında gerçek olamayacak kadar korkunç bir görüntüye sahip. Düşüncesi bile korkunç görünen bu hayat hikayesi belki de bizim bu şekilde algılamamızla alakalıdır. Belki de tuhaf karşılanacak bir durum yoktur. Çünkü onlar bu hayatı benimsedikleri için gayet renkli ve eğlenceli olarak görüyorlar. Yine de izlemeyenler için tavsiye edilebilir. İzlediğimiz filmlerin kamera arkalarından çok daha fazla görebileceğimiz şeyler var. Tamamen gerçek bir dünyayı anlatan çok başarılı ve oldukça zor bir ekip işi. Bu ekip çok başarılı ve her anını gözlerinizi alamadan izleyebileceğiniz güzel bir realite macera dizisi. Bazı tesadüfler insanı merak uyandıran şeylerin içine çekebilir. Tesadüfen gördüğüm bu proje bende, belgesel ve benzeri birçok şeyi araştırma ve öğrenme isteği uyandırdı. Vahşi hayvanların hiçbir şekilde eğitilemeyeceğine inananlardandım. İşler bu şekilde yürümüyormuş. Korkunç sandığımız hayvanların ve izlemekten bile çekindiğimiz hayat hikayelerinin başarılı olmasının altında yatan sebeplerden bazıları birçok şey de olduğu gibi bunu istemek, inanmak ve çabalamak. ‘Vahşi hayvanlar’ diye nitelendirdiğimiz hayvanlar bile sevgi ve onlara hissettirdiğimiz güvenle sanıldığı kadar zor olmayan yöntemlerle eğitilebilirler.

2 Eyl 2015

BİR YERDEN BAŞLAMAK LAZIM!

Murat CEMCİR, Ahmet KURAL, Sadi CElil CENGİZ

-Kısa film çekmek istiyorum.
-Senaryo yazmak istiyorum.
-İnternet dizisi çekmek istiyorum vs. ama yapamıyorum. Çünkü imkanım yok. Ya bütçeyi sağlayamıyorum ya arkadaşlarım dalga geçiyor ya da ailem izin vermiyor...

Aslında hepsi birer bahane. İşte bunların altında bile çok güzel hikayeler yatıyor. Herkesin hayatının ilgi çekici bir hikayesi vardır. Aslında senaryo yazamamak, film çekememek, bunlar bile bir senaryonun konusuna başlangıç olabilir. Evet! “İşler Güçler” dizisi gibi… Bir şeyleri yapmak istiyoruz ama her zaman bir engelimiz oluyor. Aslında o engeller bizleriz. Bizler ve bahanelerimiz...

Birçok insan bir şekilde sinema, televizyon, tiyatro sektörünün içinde bulunmak istiyor. Kimisi bunların eğitimini alırken kimisi de kendi çabalarıyla başarmaya çalışıyor. Buralardan yola çıkarak bunu gerçekten yapmayı isteyen insanların önünde engeller söz konusu olamaz. Başlamak için ilham gelmesini beklemek ciddi bir hata olur. Çünkü senaryo yazmak isteyen kişiler bunun üzerine gitmeli. Araştırmalar yapıp yeni şeyler öğrenerek yazdığı bölük pörçük yazıların harmanlanması sonucu ortaya güzel olay örgüleri çıkarabilir.

Yazdığımız senaryoları bir yakınımıza okuttuğumuzda komik ya da saçma bulabilirler. Bu bizi yıldırmak yerine daha çok kamçılamalı ve her zamankinden fazla üzerine gitmeye teşvik etmeli. Senaryo yazmaya başladığımızda daha en baştan korktuğumuz şey “Ya kimse beğenmezse ?” dir. Olaylar tam olarak öyle gerçekleşmiyor. Üstelik beğenilmeyebilir de. Önemli olan bizlerin yazmaktan vazgeçmemesi. Senaryo yazımıyla ilgili profesyonel bir eğitim almıyor olabiliriz. Bu bizim ustaca yazılmış tekniklerle alakalı kitapları okumamıza engel teşkil etmez. Bu tür kitaplar, yapmak istediklerimiz hakkında bizi bilgilendirip yönümüzü belirlememize yardım edebilir.

Her zaman beğenilmeme korkusuyla başlarız. Ama bir de yazdıklarımızın birileri tarafından beğenildiğini düşünmek bile mutlu ediyor insanı. Kim bilir belki gün gelir yazdıklarımız profesyonel ellere ulaşır. Korkular, bahaneler bir anda yok oluverirler. Önemli olan kendi koyduğumuz duvarları yıkmak. Yapmak istediklerimize odaklanıp iyi şeyler ortaya çıkarmaya çalışmak. Sonuçta bir yerden başlamak lazım! Bir de bakmışsınız günün birinde çok sevilen bir hikaye yazmışsınız. Hatta kısa film çekmişsiniz. İnternet dizisi, televizyon dizisi… İşte her şey bizim elimizde yeter ki gerçekten inanalım ve mücadele edelim. Sonrası çorap söküğü misali…

SİNEMANIN ZAMAN TÜNELİ – 4

Klasikler

1898 1905
1899  
The American Mutoscope Company ismini projeksiyon ve peepshow makinelerini de pazara dahil edebilmek için  “American Mutoscope and Biograph” Company olarak değiştirdi.

1900
İngiliz film yapımcısı James Williamson kendisine asıl katkı sağlayan George Smith' in akıl hocalığı yaptığı ingiliz film yapımcıları Brighton Okulu' nun da desteğiyle  "The Big Swallow" adlı filmi çekti

1902  
Georges Méliès, Jules Verne ve H.G. Wells’ in yazılarından yola çıkarak muhteşem bir film kabul edilen "Voyage to the Moon ( Ay'a Yolculuk)" u çekti. Film yeni ve özel efekt teknikleri kullanılarak el boyamaları ile renklendirilerek üretildi

1903
İngiliz film yapımcısı George Smith kurgunun akıllıca kullanılmasından ötürü övülen "Mary Janes Mishap" adlı komedi filmini çekti. İzleyicilerin dikkatini sahneye çekebilmek için orta ölçekli ve geniş açılı yakın çekim tekniklerini birlikte kullandı. 1903 de The American Mutoscope and Biograph Company 70mm yerine satışlarını arttıracak 35 mm filmler kullanarak film üretmeye başladı. 1908 de en ünlü sessiz  film yönetmeni D.W Griffith i de yanına aldı.

1903 de Edwin S. Porter Edison’ la birlikte çalışırken görsel hikaye anlatımı ve Porter’ ın kendi çektiği fotoğraflarıyla birleştirilmiş hazır film tekniklerinin de kullanıldığı "The Life of an American Fireman (Bir Amerikan İtfaiyecisinin Hayatı)" adlı filmi çekti. Bu film Porter’ ın 1903 de fotoğraf tekniğinin ve kurgunun etkili kullanımının görüldüğü "The Great Train Robbery (Büyük Tren Soygunu)" ismini verdiği en ünlü filmine öncü oldu.

1905 de Cecil Hepworth, Lewin Fitzhamon ile birlikte "Rescued by Rover" adlı drama filmini çekti. Bu film Hepwort’ ın eşi, çocuğu ve köpeği ile birlikte rol aldığı büyüleyici bir film oldu.