26 Eyl 2015

CESUR YENİ DÜNYA

Geçmişten günümüze dek insan beynine çeşitli deneyler yapıldı. Bunların gerçek olduğuna inanmak oldukça güç. Bu deneylerden bazıları;
-          Zihin Kontrolü
-          Vücut Dışı Deneyi
-          Zihin Mıknatısları
Ve daha niceleri.

Yapılan bu deneyler zaman zaman birçok filme konu oldu. Bazıları severek izlendi. Bazıları ise izleyenler tarafından pek beğenilmedi. Belki bu tarz konuları anlatan diziler de çekilmiş olabilir. O kadar çok dizi ve film var ki, her birini tek tek bilmek kolay değil.
Her ne olursa olsun. Diğer ülkelerde var ya da yok. Önemli olan bizlerin bu tür projelere imza atabilmesi. Şöyle birkaç başarılı senarist bir araya gelip, bu deneylerin detaylarını araştırıp senaryolaştırsa hiç fena olmaz.

Benzer bir senaryo yazmaya kalktığımda bütün deneyleri araştırdım. Detaylarıyla inceledim. Ama her baktığımda yeni bir şeyler çıktı. Bazı zamanlar çok şaşırdım. Öyle şeyler yapılıyor ki şaşırmamak elde değil. Bu deneyler radyasyonlar, elektrik şokları, ilaç testleri gibi birçok yöntemle yapılıyor. İnsanı bambaşka kapılar arasından geçmeye zorlayan bu tehlikeli ve korkunç deneyler sağlam bir düşünce ürünü haline gelmeli. Film anlamında güzel işler ortaya çıkması için bu gerekli.

Üzerine düşünmeye değeceğine inanıyorum. Oldukça profesyonel senaristlerimiz mevcut. Bu işin hakkını verebilirler. Sadece film olarak değil, 7 ya da 8 bölümlük bir dizi haline de getirilebilir. Çünkü bu konudan sezonlar süren bir dizi çıkarmak çok zor. Gerçi zorlasalar olur. Olursa  kendini ne kadar izlettirir? O kısmı tartışılır.

Projenin bir de ismi olmalı. Gerçi böyle bir proje olsun da adının ne olduğu çok önemli sayılmaz. Deneyleri araştırırken o heyecanla “Cesur Yeni Dünya” adıyla yazacaktım. Bu ismi zirai bir kitapta gördüm. Oldukça ilgi çekici geldi. Aynı isimle herhangi bir dizi film olup olmadığına bakmadım. Olma ihtimali var elbette.

Sürekli farklılıktan bahsediyorsak bu türlere de değinilmeli. Sinema, diziler ve tv programları ne kadar akıcı olursa sektörü o kadar ilerletir.

İnsan beynine yapılan bu deneyleri anlatan dizi ya da film çekilse şahsım adına çok memnun olurum. Hemen hayal gücümüzü uykusundan uyandıralım. Ülkemizde böyle bir proje gerçekleşir. “Cesur Yeni Dünya” adını taşıyan bu 7 bölümlük dizi kısa zamanda Türkiye’ nin hatta birçok ülkenin ilgi odağı haline gelir. Neden olmasın ki?

21 Eyl 2015

ICARLY




nıckelodeon
iCarly


ABD’ de 1977 yılında yayına başlayan TV kanalı Nickelodeon, çizgi filmlerin yanı sıra gençlik dizilerine fazlasıyla yer veriyor. Birçok dizi yayınlandı. Bu dizilerin güzel yanı 20 – 25 dakika aralığında olmaları. Hem kısa hem eğlenceli. iCarly, bunlardan sadece biri.

İCARLY, ABD’ de 2007’ de başlayan gençlik dizisi. Türkiye’ de bir yıl sonra yayınlanmaya başladı. Miranda Cosgrove, Jerry Trainor, Jennette McCurdy, Nathan Kress gibi başarılı oyuncuların yer aldığı bu gençlik dizisi Türkiye’ de epey sevildi. Dizide farklı bir fikir üreterek Carly(Miranda Cosgrove), Freddie(Nathan Kress) ve Sam(Jennette McCurdy) internetten canlı gösteri yapmaya başlarlar. Program ilerledikçe hem çok sevilirler hem de iyice program içeriğini geliştirirler.

Dizinin yaratıcısı Dan Schneider bu tarz dizilerdeki başarısını hitap ettiği kesime fazlasıyla göstermiş bulunmaktadır. Başarılı yapımcı her yaşa hitap edebilen bir dizi furyası başlattı. Dizi 7 sezon sürdü. Sonrasında bir tv filmi halinde sonlandırıldı. Oldukça güzel ve keyifle izlenebilecek bir diziydi. Kısa olması ve o daracık zaman aralığına çok şey sığdırıp anlatmaları başarılarını katlayan asıl nedendi kanımca.

iCarly bu başarılı yapımlardan sadece bir tanesi. Bunun gibi bir sürü dizi daha var. Türkiye’ de bu tarz dizilere yer verilmeli. Gençlerin sevebileceği kendini izlettirecek başarıda olan böylesi güzel işlere ihtiyacımız var. Bir ara Disney Channal’ da “Zil Çalınca” adında bir mini dizi yayınlanıyordu. Son durumundan haberdar değilim ama başlangıç olarak nitelendirirsek kötü bir iş sayılmazdı. Daha da geliştirerek çok daha güzel mini diziler çekilse ve onlara ait bir kanal kurulup yayınlansa güzel olmaz mı ? “Kanal kurmak mesele” denildiğini duyar gibiyim. Var olan kanallar çok iş görür. Onlar yayınlasa genç nesillere olması gereken projelerle hitap edilebilir.

Aynı şekilde internet dizileri de bu tarz şeylere yakın aslında. Onu televizyona aktarsak, biraz daha senaryosu üzerinde oynasak ve ticari amaç gütmeden sadece insanları eğlendirmek,  keyifli bir 20 – 25 dk geçirmelerini sağlamak çok zor olmasa gerek. Güzel projelerin geleceğine inanarak beklemedeyiz.

20 Eyl 2015

ÜTOPYA

TV8 ekranlarında hepimizin bildiği üzere Ütopya adında ilginç bir yarışma programı var. Neredeyse bir yıldır yayında olan ve bir an için hiç bitmeyecek sandığım bu programın aslına bakarsanız konsepti iyi düşünülmüş. Ancak yarışmacıların işi oldukça abartması yarışmayı tamamen amacından saptırmış bulunmakta.

Bir yıl önce 15 kişi ile başlayıp sürekli birilerinin yarışa dahil olup birilerinin elendiği ama yarışmacı sayısının azalmadığı bu programın ilk ve son hali arasında dağlar kadar fark var. İlk etapta bomboş bir baraka içindeki insanlar kendi çabalarıyla bir şeyler üretip satarak hayata tutunarak acısıyla tatlısıyla yolun sonuna kadar geldiler.

Yarışmanın en sükse yaratan isimlerinden Semih ve Tuncay finale kalan son iki isim olmayı başardılar. En başından bu tahmini yürütmüştüm. Çok ön planda olan bu iki ismin finale kalacağı da aşağı yukarı belliydi.

Genel olarak yarışmalar hep kendini izlettirmeyi başaran kavgalarıyla öne çıktığından dolayı Ütopya için de aynı şeyler geçerli. Bu yarışma insanların bir şeyleri başarabilmek adına emek harcamaları gerektiği konusunda güzel bir örnek olabilir. Kavgaları hariç. Birbirini tanımayan 15 farklı insanın güllük güneşlik bir hayat geçiremeyecekleri aşikar. Buna rağmen tartışma faslının abartıldığını düşünüyorum. Ağır ithamlar ve hakaretin de ötesine geçen iletişim tarzlarıyla anlatılmaya çalışılan güzel bir hikayenin çöpe gitmesine vesile olan yarışmacıların ütopyaları kendini tanıtmakmış diyebilir miyiz?

Burada yarışan yarışmacıların popülaritelerini attırmak isteyip istememe durumunun yanıtı biz seyircilerde olsa gerek. Neyse ki yarışmanın sonuna geldik. Semih ve Tuncay arasında kıyasıya rekabet en başından beri vardı. Kazanan kim olacak?

Ütopya’ nın büyük finalinde koskoca bir yılın şampiyonunun kim olacağını hep birlikte göreceğiz. İyi olan kazansın.

13 Eyl 2015

SİZ OLSAYDINIZ?

spielberg
Steven SPIELBERG
Bir kamera... Bir tripot... Ve söylenebilecek iki çift laf!

Her şeyin hazır halde olduğunu düşünün. Tek yapmanız gereken birinin hayatını anlatan bir belgesel çekmek.

Herkesin tanıdığı biri mi olmalı? Yoksa hiç kimsenin tanımadığı biri mi? Hani derler ya: "Hiç tanımadığım birine kendimi saatlerce anlatasım var." Belki de aradığımız şey tam da budur. Bu cümleyi kuran birisi... Bunların hiçbiri uzaklarda kalmış hayaller değil. Etrafımızda binlerce insan var. Yoldan geçen birinin hayatını anlatsak olmaz mı? Mutlaka ünlü birileri mi olmalı? Ya sıradan gibi görünen hayatların ardındaki sıra dışılıklar? 

Ben olsaydım daha 13 yaşındayken 40 dakikalık savaş filmi çekip ödül kazanan üstelik yine bu yaşlarda arkadaşlarıyla birlikte 8 mm. lik macera filmi çekip bu filmlerin gösterimlerini evinde ücret karşılığında sunan ve ablasına popcorn sattıran küçük bir çocuğun hayatını anlatmak isterdim. Çünkü o çocuk büyüdüğünde dünyaca tanınan usta bir yönetmen olacaktı. Çünkü o çocuk Steven Spielberg olacaktı. Ya da hayalleri uğruna rahat hayatını bırakıp her türlü sıkıntıya göğüs gererek sonunda bütün hayallerini gerçekleştiren bir gencin hayatını anlatmak isterdim. Aslında iki seçenek arasında pekte fark yok. Burada önemli olan bizim hayal gücümüz ve yavan bir hikayeyi nasıl süslediğimiz. Bütün bunlar yapmak istediğimiz şeylere net cevaplar veriyor. Siz olsaydınız hangi hikayeyi yazmak isterdiniz? Daha doğrusu çoktan yazılmış bu hikayelerin hangi kahramanının hayatını anlatmak isterdiniz?

Önemli olan başarmak mı? Yoksa  başardığının herkesçe bilinmesi mi? Genelde bu soruya verdiğimiz cevap “Tabiki önemli olan başarmak!" olur. Ama bence herkes tarafından bilinmesi gerekir. Düşündürücü ve ibret verici hikayesi olan her insanın hakkı verilmeli.

Şimdi tekrar başa dönelim. Spielberg dünyaca tanınan bir yönetmen olmasaydı çocuk yaşta başardığı onca şeyi kim bilecekti? Ya da hayalleri uğruna çektiği her sıkıntıya rağmen bunu başaran kişiyi hangimiz tanıyoruz? Bu iki hikaye arasındaki tek fark şu: "Başarmak ve başardığını göstermek". 

Bu yüzden hayatta başardığımız şeyleri insanlarla paylaşmak başkaları için umut ışığı olabilir. Burada amaç başarımız ve egomuz arasında arkadaşlık kurmak değil, insanların yoluna ışık tutmaktır.

Yine ben olsaydım kapalı kapılar ardında kalmış başarı hikayelerinin kahramanlarının hayatını anlatan belgeseller yapmak isterdim. Peki ya siz?
 

9 Eyl 2015

AYA TRIADA

İsteyelim ama beklemeyelim!
Hayatta gerçekleşmesini istediğiniz bir şeyler varsa beklemeyin gidin kendiniz alın derler ya çok doğru bir laf. Çünkü neyi beklerseniz o size gelmeyecektir. İşin kader boyutu farklı elbet ama bizler mücadele etmezsek eğer yapacağımız tek şey beklemek olur.

Bahanelerimiz ne olursa olsun bizlere göre her zaman çok güçlüdür. Ama onlar bizim için bahane değil gerekçelerdir. Kabul edemiyoruz. Hatalı olan başkası ya da başkaları değil bizleriz. Hayatımızda yaşadığımız olumsuz ne varsa birçoğunun sebebi yine bizleriz.

Heybeliada Ümit tepesinde Aya Triada adında bir manastır var. 70’ li yılların başında eğitime kapanmış bir manastır ve ruhban okulu. Günümüzde turistlerin oldukça ilgi gösterdiği bir yapı. Tarihi oldukça geniş bir manastır. Ada açıklarına yanaştığınızda adanın en tepesinde tüm görkemiyle karşılıyor sizleri. Tesadüfen ilgimi çektiğinde hemen gittim oraya ve farklı bir havası vardı. Kendi yorumumu katarak hatta tamamen kurgulayıp farklı bir hikaye tasarlayıp yepyeni bir senaryo yazmak istedim. Turistler içerde gezinirken ben görevliye kısa film çekmek istediğimi söyledim. Bunun için Kasımpaşa’ da ki Fener Rum Patrikhanesi’ nden izin almam gerektiğini söyledi. İskelede çekim yapmak için izin, manastır çekimi için izin, sokak çekimi için valilikten izin, bahçe ve parklar için belediyeden izin… Hep bir izin ve süreci zorlaştıran şeyler sanki sadece benim karşıma çıkıyordu. Yoksa bu işi bırakmak için bahaneler mi üretiyordum?

Sürekli sorun ve sıkıntıyı çıkaran onlar gibi geldi her zaman. Aslında sorunun kaynağı bendim. Çünkü yeteri kadar istemiyordum. Yakınmak ise adettendir mantığıyla sürekli şikayet edip durdum. Sonuç olarak birçok kesimce beğenilen senaryomu imha etmek sonunu getirebildiğim tek şey oldu. Ben mücadele etmedim. Bu yüzden de kimse benim işimi kolaylaştırmadı. Bir şeyi istiyorsanız gidin kendiniz alın lafını ben burada doğrulamış bulundum. Kafamda büyüttüğüm izin meseleleri aslında sadece birkaç saatimi alacak basit bir şeydi.

Bahaneler istiyorsak en güçlüsünden her daim sıralarız. Korkularımız kararlarımızı etkilemediği sürece altından kalkılamayacak iş olduğunu düşünmüyorum.

Aya Triada manastırının senaryosunu yazdıktan sonra kimse okuttuysam beğenildi. Daha önce bir sürü senaryo yazmama rağmen en çok beğenilen buydu. Üzerine gitmeliydim. Ama olmadı. Şimdi sokağa çıkıp sorsam insanlara kaç kişi bu filmi çekmek ister? Belki birçoğu deli olduğumu düşünür. Tezatlıklar bununla da sınırlı değil. Kısa metraj dediğim ve kendi çapımda 70 dakika süre biçtiğim bu hikayenin kısalığı nerede kaldı diye soran hiç olmadı. Velhasıl bu iş olmadı. Üzerinden de dört koca yıl geçti.

Söylemek istediğim şey aslında en başta söylediğim şey ile aynı. Bir şeyi istiyorsanız gidin alın. Söylemesi çok kolaydır. Emin olun bunun için mücadele etmek bahaneler üretmekten çok daha kolay. Bizler hep kolay olanı seçtiğimizi sanıyoruz. Aslında hep zor olanı seçiyoruz. İşlerimizi sürekli yokuşa sürerek bizler zorlaştırıyoruz.

Sinema camiasının içinde bulunmak istiyorsanız kendinize ve sinemaya bir şeyler katmak istiyorsanız bahanelerin arkasına sığınmayın. Aya Triada konulu hikaye sizlere örnek olsun. Buradan yola çıkarak sadece sinema değil tüm hayatınızla ilgili işlerinizde korkmayın ve üzerine gidin. Sandığımız kadar zor olmadığını yaşadıktan sonra değil yaşamadan önce kestirip ona göre hareket edelim. İsteyelim ama beklemeyelim. İsteyelim ve başaralım. Her başarı öyküsünün altında yatan en önemli gerçek başaran insanların bizlerin arasından çıktığıdır.

TAŞIYICI

transporter movie
Taşıyıcı: Son Hız
2002’ den bu yana Jason Statham’ ın başarılı performansıyla izlediğimiz Taşıyıcı serisi çok başarılı oldu. Öznel bir yaklaşım olacak ama Jason Statham ne kadar aynı tarzda oynarsa oynasın çok başarılı. Gönül isterdi ki bu filmin devamı gelsin ve orada yeniden izleyelim. Filmin yenisi geldi. Ama bu defa Jason’ un yerine Ed Skrein oynuyor. Tabi ki filmin bugüne kadar serilerinde oynayan Jason Statham’ ın yokluğu hissediliyor. Kişisel bir görüş olarak söylemek isterim ki Ed Skrein bu eksikliği epey aza indirgemiş.

Filmin konusu şöyle; Taşıyıcı “Frank Martin” bu sefer baştan çıkarıcı üç kadın tarafından banka soygunu için kiralanır ancak karşısında zorlu bir Rus mafyası vardır ve istediklerini hemen elde edemeyeceklerdir.

Her sahnesinde gözlerimiz elbette ki Frank’ i bizlere tanıtan o başarılı adamı arıyor. İster istemez sahnelerde Jason’ un oynadığını hayal edebilirsiniz. Bu karmaşayı yaşamamak için filmi sadece izleyin. Kötü bir film olmuş diyemeyiz. Gayet güzel bir film. Bu tarz filmleri sevenler için tavsiye edilebilecek durumda.

Film izlemeden önce yorumlara bakıyoruz. Kötü yorumları görünce gitmiyoruz başka filme gidiyoruz. Sonra o filme gittiğimiz için de pişman oluyoruz. En başından başka görüşlerle hareket edeceğimize kendi görüşümüzü ve yorumumuzu oluşturmak için gitmek istediğimiz filmden caymasak durum değişebilir. Bazı filmler çok net bir şekilde güzel ya da kötü olabiliyor. İzlemek resmen işkence gibi geliyor insana. Ama sonuçta güzellik göreceli bir kavram. Herkes aynı düşünceyi paylaşmaz elbet ama en güzeli bulduğumuz her filmi izlemek. Bir şekilde daha çok şeye hakim olunuyor. O filmden bahsedebilecek filmlerin çekimlerinde yanlış ya da eksik gördüğümüz şeyleri konuşabilecek konumda olabiliyoruz. Bir de filmlere karşı gösterdiğimiz önyargılarımız var. Onları da yok sayıp elinize geçen her filmi seyretmenizi tavsiye ederim. Farkında bile olmadan çok şey öğrenmiş olacaksınız. Tabi eğer film sektörünü kendinize yaşam tarzı olarak belirlediyseniz. Yoksa sadece izleyin ve tadını çıkarın.

Filme tekrar dönecek olursak; yönetmen koltuğunda Camille Delamarre’ nin oturduğu ve oyunculuklarını Ed Skrein, Ray Stevenson, Loan Chabanol, Gabriella Wright gibi isimlerin yaptığı “Taşıyıcı: Son Hız” izlemeye değer güzel bir film olmuş. İyi seyirler.

EYLÜL GELDİ

tv
Adı Mutluluk - Yaz' ın Öyküsü - Kırgın Çiçekler - Kiralık Aşk
Yeni sezon geldi çattı. Eski diziler yayına girmeyi bekliyor. Biz seyirciler de birçok diziyi merakla bekliyoruz elbet. Yaz başında yine her zamanki gibi bir sürü dizi başladı. Yayından kalkan da oldu kalkmak üzere olanlar da var. Sürekli bir devir daim söz konusu ekranlarda. Birçok dizi gerçekten gayet güzel ilerliyor. Ama bazıları çoktan bitmeliydi. Hepimiz bazı dizilerde kendimizden birer parça buluyoruz ama bir yerden sonra ister istemez sıkılıyoruz izlerken çünkü bariz bir şekilde konu değişikliğine gidiliyor. Bu izlenme oranlarını arttırmak adına yapılıyor olabilir. Çünkü ister istemez reyting uğruna hareket etmek zorunda kaldıklarını düşünüyorum.

Enteresan bir hikaye düşünün. Herkese hitap ediyor. Ama izlenme oranları bütün dengeleri alt üst ediyor. Ben hala reytinglerin ölçümünü anlamış değilim. O kadar güzel projelerin yayın hayatına son veriliyor ki, üzücü bir durum bu.

Uzun zaman önce Osman SINAV’ ın yapımcılığını, Yiğit GÜRALP’ in senaristliğini yaptığı “DOLUDİZGİN YILLAR” adlı dizi reyting yüzünden yayından kaldırılmıştı. Ama daha sonra seyircisi yalnız bırakmadı ve dizinin yeniden yayına girmesini sağladı. Peki düşük reyting alan bir dizi nasıl oldu da yeniden başladı. İyi ki başlamıştı zaten. Çünkü Yiğit GÜRALP gibi çok özel bir insan senaryosunu yazıyordu. Gayet güzel ilerledi ve tadında bitti. Buda senaristin başarısı. Varsın reytingi düşük olsun.

tv
Doludizgin Yıllar
Eylül ayı geldi ve patır patır dizi yağmuru başlıyor. Şimdi yine yayın karmaşası başlayacak. Bazılarının günü ve saati değişecek. Bazılarının ise yayın hayatı bitecek. Ben de her izleyici gibi beğendiğim projelerin yayın hayatına devam etmesini isterim. Ama bu reyting olayı neden bunca zamandır bir düzene girmiyor anlamak çok zor. 13 bölümlük bir deneme süreci de az gibi. Dizilere, kendilerini gösterebilmeleri için daha fazla süre tanınmalı. Üstelik bazı diziler bırakın 13 bölümü bir ay bile yayında kalamıyor. Bunun doğruluğu tartışılır.

Genel olarak bakıldığı zaman bu yıl başlayan dizilerin bir kısmı önceki yıllara nazaran daha başarılı gibi. Ama onların da birçoğu bitirilme sürecinde sanırım. Mesela Kırgın Çiçekler, Yaz’ ın Öyküsü, Adı Mutluluk, Güneşin Kızları, İnadına Aşk, Kiralık Aşk gibi epey dizi başladı. Bunların arasından kişisel düşüncem, Yaz’ ın Öyküsü ve Kiralık Aşk iyi gibi görünüyor. Olurda bitirilmezlerse daha çok izlenmek için umarım konularda değişiklik yapıp senaryonun gidişatını kötü yönde ilerletmezler. Hangilerinin yayın hayatına devam edip hangilerinin yayından kaldırılacağını çok net bilmiyorum ama umarım adaletli bir sonuç çıkar. Çünkü reytingi düşük denilen dizilerin büyük çoğunluğunun sevenleri hafife alınacak kadar az değil. Buna rağmen yayından kaldırılacak olanlar için çokta yapılacak bir şey yok. Güzel bir yayın döneminin başlıyor olmasını istemenin yetmeyeceğinin bilinciyle umalım ve bekleyelim.

7 Eyl 2015

BABA CANDIR


Son zamanlarda gitgide çoğalan uyarlama dizilere yakın zamanda bir yenisi daha eklendi. Orijinal adı "What Happens To My Family" olan dizi TRT 1’ de Kore’ den uyarlanan Baba Candır dizisidir. Yapım şirketi MF Yapım’ dır. Dizi daha çok yeni ama aile havasını güzel yansıttıkları kanısındayım. Henüz izlemeyenler için biraz konusundan bahsedecek olursak; 
"Yufkacı Salih eşini kaybettikten sonra üç çocuğuna kendi bakar. Tüm hayatını onlara adamıştır. Kardeşi Nermin ve üç çocuğuyla birlikte yaşar. Bundan yıllar önce Emrecan okul gezisiyle Kapadokya’ ya gider. Orada derede boğulur. Ceylan onu kurtarır ve Emrecan 11 yıl sonra onunla evleneceğinin sözünü verir. Ceylan anne ve babasını küçükken bir kazada kaybeden kimsesiz bir kızdır. 11 yıl sonra Ceylan İstanbul’ a gelir ve hikaye başlar. Ece, Egemen, Emrecan Salih’ in çocuklarıdır. Ece yönetici asistanlığı yapar. Egemen doktordur. Emrecan ise işsiz ve sürekli başı derde giren biridir. Bir de Ece’ nin çalıştığı şirketin veliahtı Haluk var. Ece ile hiç anlaşamazlar ve sürekli didişirler."

Dizinin henüz 6 bölümü yayınlandı. Şimdilik gayet güzel ilerliyor. İzleyici olarak oyuncuların karakterlerle çok iyi örtüştüğü kanaatindeyim. Oyuncular ve canlandırdıkları karakterlerden bahsedecek olursak;
Baba Candır

Settar TANRIÖĞEN – Salih ÇELİK
Tülay BURSA – Neriman
Özgün KARAMAN – Emrecan
Melis TÜZÜNGÜÇ – Ceylan
Uraz KAYGILAROĞLU – Haluk
Berna KORALTÜRK – Ece
Tolga PANCAROĞLU – Egemen 

Oyuncuların hepsi oldukça samimi ve içten belli ki set ortamlarında da aynı samimiyet ve sıcaklık var. Yine de ekstra olarak Uraz KAYGILAROĞLU’ na rolü çok yakışmış. Her rolün altından başarıyla kalkabileceğine inandığım başarılı bir oyuncu. 

"Baba Candır" dizisi ailecek izlenebilecek güzel bir proje olmuş. Her zaman savunduğumuz gibi yapılan bir işe verilen emek daima saygıyı hak ediyor. Aile demişken herkes kendinden ve ailesinden bir parça bulabilir bu dizide. Dilerim reyting uğruna yayından kalkan bazı diziler gibi bu dizinin sonu hüsran olmaz. Birçok kitle ile aynı düşünceyi paylaştığımıza inanıyorum.

Hepimizin, ailelerimizden birileriymiş gibi görüp evlerimizde ağırladığımız bu karakterlerin ve bu gibi hikayelerin uyarlama da olsa devamı gelmelidir. Sıcacık aile havasını bizlere solutan  bu güzel insanlara başarılar ve bol reytingler dileriz.

4 Eyl 2015

YAĞMURCU

Yağmurcu (Kitap - Oyun)
İnsanlar bazen kültür sanat etkinliklerine katılmadıklarını fark ettiklerinde sanki hayatlarında bir eksiklik varmış gibi hissederler. Bu durumun önyargılarımızla da ilgisi vardır. Hatta en büyük sorun önyargılarımızdır.

Ocak 2009’ da konusu ilgimi çeken ‘YAĞMURCU’ adlı oyunu izlemek için iki bilet almıştım. Çok yakın bir arkadaşımla gitmek istedim. Ama tiyatro, sinema gibi faaliyetlere bakış açısı oldukça farklıydı. Tiyatroyu zaman kaybı olarak görüyordu. Israrlarıma dayanamayıp homurdanarak benimle birlikte oyuna geldi.

‘YAĞMURCU’, Richard NASH’ in yazdığı, İrfan ŞAHİNBAŞ’ ın çevirdiği ve Müşfik KENTER’ in yönettiği güzide bir oyundu. Oyuncu kadrosunda Defne ŞENER GÜNAY, Münir AKÇA, Alican YÜCESOY, Ali KİL, Doğacan TAŞPINAR, Nişan ŞİRİNYAN ve Ragıp SAVAŞ’ ın bulunduğu ‘YAĞMURCU’ seyircilerin büyük beğeniyle izlediği güzel bir oyundu.

‘YAĞMURCU’ 1950 yılında yazılan, sinemaya ve müzikale de uyarlanan, yazıldığı günden itibaren kırktan fazla dile çevrilip sayısız kez sahnelenen bir tiyatro klasiği. Bu oyunu izlemek inanılmaz bir keyifti. Hiçbir olumsuz eleştiri yapanı duymadım ve herhangi bir yerde okumadım. Bu oyunu vakit kaybı olarak gören ve önyargılı davranan arkadaşım oyun çıkışı ‘İyi ki gelmişiz. Ben de profesyonel bir eğitim alıp tiyatro oyuncusu olmak istiyorum’ demişti. Sonradan hayat şartları buna engel olsa bile oyundan sonra hiçbir şeye karşı önyargılı davranmadı. 

Burada önemli olan hayatta hiçbir şeye karşı önyargılı olmamamız gerektiğidir. Bu gibi şeylerde genel olarak önyargı bizlerde mevcut olduğundan derhal kafamızdan silinmesi gerekiyor. ‘Hayatta hiçbir şeye…’ dedik ya, sinema ve tiyatro gibi hayatımızı ciddi anlamda renklendiren şeylere karşı önyargılı olmamalıyız. Günün birinde en çok izlenen oyunda oyunculuk yapan, yazan ve ya yöneten kişilerden biri olmamız olasıdır. 

‘Bir yerden başlamak lazım’ demiştik. Aslında başlanması gereken şey tam olarak budur. Önyargılardan kurtulmak. Sinemaya gitmek, tiyatro oyunları izlemek bizlere ne vakit kaybettirir ne de başka bir şey. Üstelik çok şey kazandırabilir. Bazen oyunda ya da filmde geçen bir replik bizim hayatımızda bambaşka bir kapı aralayabilir. Aralanmış bir kapıya dokunup açmak ne kadar zor olabilir ki? Belki de bu kapıyı aralayan şey kurtulduğumuz önyargılarımızdır. Film ya da oyunda ki bir replik değildir. Aslında izlememek için kullandığımız önyargılarımızı yıkıp oraya gitmemizdir belki de. Kim bilir önyargılarımızı yıkıp gitmeseydik ufacık bir dokunuşumuzu bekleyen aralık bir kapı olmayacaktı.

KURT ADAM ZOLTAN

kurtadam
Zoltan HORKAI
Geçtiğimiz aylarda Animal Planet’ te başlayan Zoltan The WolfMan(Kurt Adam Zoltan) bir realite macera dizisi. Zoltan HORKAIİ, uzun yıllardır Hollywood filmleri, belgesel ve reklamlarda hatta televizyon sektörü için hayvan eğitmenliği yapıyor. Birçoğumuzun izlediği filmlerdeki hayvan sahneleri için kamera arkasında işini gayet başarılı bir şekilde yürüten HORKAI belki de bu yüzden herkesin tanıdığı bir yüz değil. Aslında Zoltan HORKAI’ nin kendi hayatını izliyoruz. Oldukça ilgi çekici ve izlerken insanı geren bir belgesel.

Zoltan Macaristan’ ın Budapeşte şehrinde bir çiftliğe sahip. Orada neredeyse hepsine yabani diyebileceğimiz hayvanlarla birlikte yaşıyor. Kurt sürüleri, yaban domuzları, ayılar… Burada Hayvan Eğitim Merkezi’ ni yürüten Zoltan aynı zamanda ‘Doğal Motivasyon’ adlı eğitim konseptiyle biliniyor. Evcil hayvanlar ve yabani hayvanların doğaları oldukça farklıdır. Vahşi hayvanlar insan yardımına çok bağlı kalmadıklarından eğitimleride oldukça zordur. Sıradan hayvan eğitme yönteminin dışında bir şeyler uygulamak gerekiyor. Hayvana hissettirilecek güvenin ardından işler biraz daha kolaylaşabilir. Bu yüzden ‘Doğal Motivasyon’ tekniklerini kullanırlar.
Zoltan’ ın yaptığı iş ciddi bir takım çalışması gerektiriyor. Ekip üyelerinin her biri alanında oldukça başarılı. Bunların bazıları: Peter IVANYI (Hayvan Koordinasyon Ekibinin yönetiminden sorumludur.). Adam BARTOS (10 yıldan fazladır bu ekibin önemli bir üyesi ve profesyonel bir fotoğrafçıdır.) HORKAI; Cadılar Zamanı, Barbarossa, Eragon, Kan ve Çikolata gibi birçok filmde, Coca Cola, Alman birası, Henkel, Domestos gibi birçok reklamda ve birçok belgeselde hayvan eğiticiliği yapmıştır.
kurt adam
Kurt Adam Zoltan
Zolkan HORKAI, insanların televizyon da izlerken bile korktuğu vahşi hayvanlarla bu kadar içli dışlı hatta onlarla birlikte yaşıyor. Bu durum bakıldığında gerçek olamayacak kadar korkunç bir görüntüye sahip. Düşüncesi bile korkunç görünen bu hayat hikayesi belki de bizim bu şekilde algılamamızla alakalıdır. Belki de tuhaf karşılanacak bir durum yoktur. Çünkü onlar bu hayatı benimsedikleri için gayet renkli ve eğlenceli olarak görüyorlar. Yine de izlemeyenler için tavsiye edilebilir. İzlediğimiz filmlerin kamera arkalarından çok daha fazla görebileceğimiz şeyler var. Tamamen gerçek bir dünyayı anlatan çok başarılı ve oldukça zor bir ekip işi. Bu ekip çok başarılı ve her anını gözlerinizi alamadan izleyebileceğiniz güzel bir realite macera dizisi. Bazı tesadüfler insanı merak uyandıran şeylerin içine çekebilir. Tesadüfen gördüğüm bu proje bende, belgesel ve benzeri birçok şeyi araştırma ve öğrenme isteği uyandırdı. Vahşi hayvanların hiçbir şekilde eğitilemeyeceğine inananlardandım. İşler bu şekilde yürümüyormuş. Korkunç sandığımız hayvanların ve izlemekten bile çekindiğimiz hayat hikayelerinin başarılı olmasının altında yatan sebeplerden bazıları birçok şey de olduğu gibi bunu istemek, inanmak ve çabalamak. ‘Vahşi hayvanlar’ diye nitelendirdiğimiz hayvanlar bile sevgi ve onlara hissettirdiğimiz güvenle sanıldığı kadar zor olmayan yöntemlerle eğitilebilirler.

UYARLAMA DİZİLER



suskunlar
Sleepers-Suskunlar
Son yıllarda çok fazla uyarlama dizi izledik. Kimisi beğenildi. Kimisi reyting kurbanı oldu. Biz seyirciler, hatta ciddi anlamda sağlam televizyon takipçileri olarak hemen hemen hepsine iyi ya da kötü yorumlar getirmişizdir.

Çoğu zaman kendi aramızda bazen de sosyal medyada uyarlama dizileri tartıştık. Ama bir şekilde hayatımızın tam ortasında yerlerini aldırlar. "Özgün bir şeyler yapılmalı’"diye söylendik. Tek taraflı bakmamak lazım. Dizi, sinema, tiyatro sektörü gerçek anlamda zor alanlar. Dışarıdan bakıldığında "Çok kolay para kazanıyorlar, bunların yaptığı da iş mi ?" vs. birçok söylemlerimiz oldu. Birçok kez set ortamında bulunup şahit oldum. Hakikaten zor. Verilen emek saygıyı sonuna kadar hak ediyor. Uyarlama da olsa çokça uyarlama dizileri hayranlıkla izledik ve bittiğinde hayatımızdan bir şeyler eksildi diye üzüldük. Örneğin; 
  • Alexandre Dumas’ ın Monte  Kristo Kontu adlı kitabından uyarlanan Ezel dizisi,
  • The Nanny adlı dizinin uyarlaması olan Dadı dizisi,
  • Sleepers filminin uyarlaması Suskunlar dizisi,
  • Dawson’s creek dizisinden esinlenilen Kavak Yelleri,
kavak yelleri
Dawson' s Creek - Kavak Yelleri
  • The Jeffersons dizisinin uyarlaması Tatlı Hayat,
  • Rich man Poor man dizisinden esinlenilerek yapılan Kuzey Güney ve bunlar gibi daha niceleri…
Yabancı dizi, film ve kitaplardan esinlenilerek yapılan fazlaca uyarlama izledik. "Keşke bizim dizileri de uyarlasalar!" diyenlerimiz olmuştur. Bu durumda en çok konuşulan dizilerden biri olan Aşk-ı Memnu dizisinin senaryosu İtalyanlar tarafından satın alındı. Kendi oyuncularıyla yeniden çekecekler. Belki de çekmişlerdir kim bilir. Önemli olan bir yerli dizinin de başka ülkelerce uyarlanması.
tatlı hayat
The Jeffersons - Tatlı Hayat

Uyarlamalar iyi mi kötü mü tartışılır. Bazen de akışına bırakmak izlediğimiz dizilerin tadını çıkarmamıza vesile olabilir. Çok daha güzel diziler yaparak bizim dizilerimizin de başka ülkeler tarafından uyarlamasını sağlamakta gurur vericidir.